08/06/2002                                                                      RADİKAL GAZETESİ

İZMİR ESİNTİLERİ
—————————–
SATRANÇ DEYİNCE
—————————–
DİNÇER SEZGİN
—————————–
Biliyorum diyerek bilenin, bilenlerin karşısına oturabileceğim oyun sayısı, bir elin parmaklarından fazla değildir. Bir kaç oyun dışında her oyundan anlarım; hiç değilse izlerken, oyuna ve oynayanlara, filin denize baktığı gibi bakmam. Bilmediklerimin başında satranç ilk sırayı 60 yıldır koruyor. Ama bu yazımda sizlere bir satranç kitabından söz açmak hatta bu kitabı övmek niyetindeyim.
Satranç öğrenmeye hiç kalkışmadım. Zorluğundan mı? Bilemem. Ayrıca zor bir oyun olup olmadığını da bilmiyorum. Sanırım satranç bilenlerin hepsi benden zeki, ben de dünyanın en aptallarından biri değilim. Niyet etseydim, öğrenirdim gibime geliyor. Çevremdekilerin büyük bir bölümü bu oyunu biliyor. Onlar kendi aralarında konuşurlarken, satrançtaki taşların adlarını öğrendim. Ama biçimlerini bilmiyorum. At’a Kale, Kale’ye Vezir, Şah’a Fil diyebilirim. Biçim konusunda şaşırmayacağım tek taş piyon’dur. Onun oyundaki görevini de bilirim. Piyonların renkleri, büyüklükleri ne olursa olsun, gördüm mü, “Bu piyon’dur” derim. Satranç üzerine düşünceler, bu oyunu başka oyunlarla kıyaslayabilecek ‘oyun ustaları’ satranç için çok güzel sözler ederler. Bu sözler içinde beni en çok ilgilendiren hatta düşündükleri ‘satranç geleceği görebilme işidir’ ya da ‘satranç üç – beş adım sonrasını hesap edebilme oyunudur’ sözleridir. Bu sözlerdeki anlamı, yalnızca oyun için mi düşünmeliyiz? Bu yetenekleri olanlar mı satranç öğrenir, yoksa bu yetenekler satranç öğrenildikten sonra mı gelişir? Bilemiyorum. Ne olursa olsun, bu yeteneklerin sahiplerinin, yaşamda da başarılı olacaklarını, olduklarını düşünmeden edemiyor insan. Acaba öyle mi? Yapılmış bir anket olmadığı için yine ‘Bilemiyorum’ yanıtını vereceğim. Sizlere sözünü edeceğim kitabın ad: ‘ Masallarla Satranç’. Yazarı da OZAN ÇAPAN. Ozan, satrancın profesyonel bir oyuncusu, bazı okulların da satranç öğretmeni, ‘koç’u, antrenörü. Kitabın beni ilgilendiren yönü, satrancı kolay öğretmesi değil; eğitim açısından uyguladığı yöntem. Yani bu oyunu öğrenmeye çalışan çocuklara, masal anlatıyormuş gibi yaparak satrancı öğretiyor Ozan. Bildiğiniz gibi çocuğun dünyasında masalın çok özel bir yeri vardır. Çocuk sevdiği bir masalı, güzel anlatılmışsa, büyür gider, yine de unutmaz. Ozan ne yapmış? Bütün taşlar için masallar uydurmuş. Buna vezir denir, buna şah denir, diyerek çıkmamış ortaya. Vezir için ayrı bir masal, Şah için ayrı bir masal anlatılıyor. Masalın içinde, masalı anlatılan taşın, oyun içindeki görevleri bir bir sıralanıyor. Ama çocuk, kendini masala kaptırıyor, öğreneceklerini öyle öğreniyor. Örneğin şah için ‘Şahlar öyle oburlaşmışlar, öyle çok yemeye başlamışlar ki sonunda, yerlerinden kımıldayamaz duruma gelmişler. Hoplayıp zıplayamadıkları için, her yöne birer adım atarak gitmeye başlamışlar ‘biçiminde
özetlenebilecek, uzunca bir masal anlatılıyor. Bu masalı dinleyen çocuk, oyun içinde Şah’ı dört kare zıplatarak sağa sola, ileriye geriye götüremiyor. Bu öğretme yöntemi, satrançta ilk kez uygulanıyor sanırım. Kitaptan büyükler de yararlanabilir. Elbette satranç öğrenmek isteyenler için söylüyorum. ‘Masalları, büyükler için bir şey ifade etmez’ demeyin. Siyasette biz büyükler, yıllardır en güzel masal anlatanlara oy verip durmuyor muyuz? Bu ilginç ve yaralı buluşundan ötürü Ozan’ı ve kitabı resimleyen Yusuf Akıncı’yı kutluyorum. Çok özenli bir baskıyla kitabı okurlara ulaştıran Etki yayınları’nı da ayrıca kutluyorum. Gelelim benim, piyon’ları tanıma öyküme: Türkçe sözlük 966. sayfasında Piyon’u şöyle tanımlıyor : ” 1- Satrançta oyun başında ön sıraya dizilen 8 küçük taş, piyade. 2- Bir çıkar sağlamak için YARARLANILAN, istenildiği gibi kolayca KULLANILABİLİNEN kimse ” Sizi bilmem, ama ben ömrüm boyunca bir çıkar için kendisinden yararlanılan ve kolayca kullanılabilinen öyle çok onursuz insan gördüm ki… Onları duruşlarından, konuşmalarından, görünüşlerinden, giyinişlerinden kolayca tanır hale geldim. Satrançta taş olsalar bile…